9 Kasım 2014 Pazar

Trajedinin Farkında Olmak

Varoluşun tasarımında, çözülemeyen veya çözülse bile zaman ve mekanın değişmesiyle tekrardan nükseden meseleler vardır. Bu meselelere ek olarak ayrıca süregiden ve bazen hissedilmesi güç gerilimler bulunur. Bunlardan birisi, mesela, adalet sorunsalıdır. Adalet nasıl sağlanır sorusu, tüm tarih boyunca insanoğlunun zihnini meşgul etmiş bir problemdir. Bir başka mesela ise avam ile havas arasındaki gerilimdir. Bu gerilimin kaynağı avamın sayıca çokluğuyla beraber entellektüel sığlığı, havasın ise sayıca azlığıyla beraber fikri derinliğidir. Bir başka mesele ise, insanın yeryüzünde aslında fevkalade zayıf ve aciz olmasına rağmen, yeryüzünde en çok güce sahip canlı formatında yaratılmış olmasıdır.

Bu gibi meseleler sebebiyle sosyal bilimler alanında birçok inceleme-araştırma yapılır; geçici çözümler bulunur ancak bir türlü bu gerilimi tamamen halledecek bir yönteme ulaşılamaz. Zaten sorunsalın esprisi de burada. Eski Yunan'da bu gibi gerilimlere tragedya adı verilmiş ve ünlü tragedya yazarları ortaya çıkmış. Günümüzde ise çağdaş yaşamın küçük huzurcukları ve zevkleri bu tragedyaların farkında olmamızın önünde en büyük engel.

Derin ve yakıcı bir tragedyanın farkında olan bir gözü hemen tanıyabilirsiniz. Tragedyanın farkında olan bir bakışın nüfuz ediciliği çok güçlüdür ve karşısındaki insana küçüklük duygusu verebilir. Dağlarda yaşayan bir sufinin karşısında kendinizi küçük hissetmenin tadını yaşadıysanız, bu küçüklüğün gocunulacak bir his değil, bilakis halavetli bir duygu olduğunu farketmişsinizdir. Ya da günün birinde birine zulmederken derinlerinizde bir yerde yapmakta olduğunuz zulmün yakıcılığını hissetmişseniz, tragedyayı yaşamışsınız demektir. Adler ve Van Doren, birlikte yazdıkları Kitapları Nasıl Okumalı adlı kitapta, büyük soruların farkında olmayanlar en büyük cevapları bile anlamazlar, derler. Buna göre büyük tragedyaları erken yaşlarda farketmek, varoluşun meseleleriyle daha erken yaşta yüzyüze gelmek açısından faydalı olabilir. Zira bunlar öyle meselelerdir ki, sadece geçici çözümleri bile ömürlüktür. Bu nedenle, özellikle lise talebelerine Sophocles, Aeschlyus gibi Yunan tragedya yazarlarının eserlerini tavsiye etmek tragedyanın farkında olmak açısından epey faydalı olabilir.

Sonsöz: Çözemediler bu lügatın sırrını kimse
             Ne kafile geçti hukemadan, fuzaladan.
                                                     Ziya Paşa


6 Kasım 2014 Perşembe

Bitcoin piyasası üzerine notlar

Bitcoin, kimliği belirsiz kişilerin kurdukları sanal bir para birimi. Genelde de yasa dışı mal ve hizmet alışverişinde kullanılıyor. Kiralık katil arayanlar, silah ve uyuşturucu satıcıları, çocuk pornocuları bu piyasada sıklıkla alışveriş ve işlem yapanlardan. Bu nedenle devletler bu piyasayı yasaklamaya çalışıyorlar ancak bunda başarılı olamıyorlar. Çünkü bitcoinleri kullanarak alışveriş yapanların kimliklerinin belirlenmesi imkansız.

İnternetin 7 katmanı vardır. Sıradan kullanıcılar bu katmanlardan en yüzeydeki üzerinde faaliyetlerini gerçekleştirirler. 6. ve 5. katmanlarda ise biraz da karanlık faaliyetler yürütülür. En alt katmanlar ise, en azından benim için tamamen karanlık ve ne amacla, ne şekilde kullanıldıklarını bilmiyorum. Yukarıda sayılan yasadışı işler 5. katmanda yürütülüyor. Bu faaliyetleri yürüten bilgisayarların IP'leri herbir işlemde farklı olarak görülebilir ve bu sayede yapılan bir yasadışı işlemin izini sürmek, güvenlik güçleri için imkansıza yakındır. Mesela MOSSAD, 5. katmanda faaliyetlerini yürüten meşhur bir kiralık katile reddedemeyeceği bir teklifte bulunarak istediği bir kişiyi öldürtebilir ve bu hizmet alımı, yasadışı olsa da, gayet medeni bir ortamda, bitcoinler vasıtasıyla sağlanabilir.

Bitcoin, 234 bytlık bir tür kripto, yani bir çeşit şifredir. Bitcoin şifreleri bu nedenle araştırılarak, deneme-yanılma yöntemiyle bulunabilir. Bu şifreleri ilk olarak tespit edenler, yani bitcoin yaratıcıları, neden bu şifreleri kullanarak zengin olmamışlardır ya da ihtiyacı olduklarında sözgelimi 1 bitcoin satarak bu hacetlerini karşılıyorlar mıdır, bilmiyorum; ancak özel yazılımlı donanımlar kullanarak bitcoin kriptolarını çözmek mümkün. Bitcoin enflasyonuna göre değeri değişen ve ortalama 300-700 dolar arasında seyreden 1 bitcoini üretebilmek için, ortalama 10 bilgisayarın durmaksızın bir ay boyunca şifreleri denemesi gerekir ki bu yönteme maden kazma denir. Bir bilgisayar bir kere bir maden keşfettiğinde kazılar orada yoğunlaştırılır. Bir bitcoin kriptosunun, mesela 8000 rakamlık bir şifre olabileceği düşünüldüğünde bu işlemin zorluğu hakkında bir fikir edinilebilir. Ayrıca eğer bir bilgisayar çok hızlı bir şekilde bitcoin şifrelerini test ediyorsa, bir diğer deyişle çok süratli bir şekilde maden kazıyorsa sistemden dışarı atılır ki bitcoin şifrelerini çok hızlı çözüp enflasyona yol açmasın ve dolayısıyla piyasayı altüst etmesin. Var olan tüm bitcoinlerin 2100'lü yılları biraz geçkin bir tarihte çözüleceği ve o tarihten sonra mevcut bitcoinlerle işlemlerin sürdürüleceği tahmini yapılmaktadır.

Dünya üzerinde şimdiden milyarlarca dolarlık bir bitcoin borsası olduğu ifade edilmektedir. Bitcoin henüz 2009'da ortaya çıkan sanal bir para birimi olmasına karşın, o kadar hızlı bir şekilde yayılmıştır ve miktarı artmıştır ki, hali hazırda ABD'nin California eyaleti, bitcoini yasal bir para birimi olarak tanımıştır. Fazla uzak olmayan bir zamanda bitcoin borsasının maddi ve yasal para birimlerini anlamsızlaştıracağı ve aşındıracağı tahmin ediliyor. Bu nedenle Rusya gibi bazı ülkeler bu piyasaya ve bitcoin sermayedarlarına sanal savaş açmış durumdalar.

Bitcoinlerin tek zararı genel itibariyle yasadışı işlemler için kullanılması değil. Bitcoin üretmek mümkün olduğundan ama bu üretim somut bir üretim olmayıp sadece sanal bir sahiplenme anlamına geldiğinden, bitcoin üretmek için tüketilen enerji çevre kirliliğine yol açıyor. 1 bitcoin üretmek için kilowattlarca elektrik tüketiliyor. Yasadışı alışverişler ise, takma adlarla Silkroad gibi kriptolu internet siteleri üzerinden yapılıyor.

Liberal iktisadi bir perspektiften, bitcoinin, insanoğlunun dizayn ettiği ilk para piyasası olduğu söylenebilir. Hayek, piyasa gibi çok karmaşık sosyal sistemlerin insan ürünü olduğunu ancak insan dizaynı olamayacağını, bu gibi kompleks yapıların tek bir insanın veya sınırlı bir kadronun bilebileceğinin çok ötesinde bir bilgi yığını içerdiğini ve bu nedenle bu girift ve devasa yapıların kendiliğinden doğduklarını, self-organisation olduklarını ifade eder. Devletler varolmadan önce bu yapıların mevcut olmaları, bunun kanıtlarından birisidir. Sözgelimi Arabistan yarımadasında 500'lü yıllarda henüz bir devlet yokken, Arap kabileleri Hicaz ve Şam arasında serbestçe seyahat ederek ticaret yapmaktaydılar. Hatta Benedikt Koehler, buna bakarak kapitalizmin ilk köklerinin İslam öncesi Arap kabilelerinin kervan ticaretinde olduğunu iddia eder. Hayek'in iddiasının aksine, çok ilginç bir şekilde, bitcoin para birimi, bir insan dizaynı olarak belirmektedir ve daha da ilginci bu para birimini diizayn edenlerin kim olduklarının ve kendi elleriyle yarattıkları bu sermayeden yararlanıp yararlanmadıklarının bilinmemesidir. Bu açıdan bitcoin borsası liberal iktisat teorisi açısından zorlu ve ufuk açıcı bir inceleme alanıdır ve insan eyleminin gözlenmesi için uygun bir sahadır.

26 Mart 2014 Çarşamba

Hayattan kareler 4

Akşam metroyla eve geliyorum, iğne atsam yere düşmez kalabalık. Epeydir yanımda oturmakta olan biri kalktı, yerine başkası oturdu. Metro, sıradaki durağa geldiğinde kalkan adam dışarı çıkmadı. Az önce onun yerine oturan adam sordu: Tekrar oturacak mıydınız, ben sizi çıkacak sandım. Kalkan adam gülümseyerek, yok yok, dedi, ben dinlendim, biraz da başkaları otursun diye düşündüm. İlk defa böyle bir vatandaşlık inceliğine şahit oldum. Belki yaşım genç, ondandır, bilmiyorum ama Aristo o metroda olsaydı adamın alnından öperdi alimallah.

1 Aralık 2013 Pazar

Batılı liberal demokrasiler demokratik midir?

Büyük fikir sistemleri çoğu zaman kendi içlerinde irili ufaklı çelişkiler barındırır. Demokrasinin günümüzde ortaya çıkmaya başlayan bir çelişkisinden bahsedeceğim bu yazıda. Yazıyın başlığına bakıp laf cambazlığımı yaptığımı düşünerek önyargılı olmamanızı rica ediyorum. Nitekim size tamamen rasyonel argümanlar sunacağım.

Demokrasi insanın kendi kendisini yönetmesinin doğru/makbul olduğu önkabulü üzerine kurulu. Yönetim dediğimizde ise, geniş anlamda ele alındığında bu ameliyenin içinde aynı zamanda hukuk kurallarının da bulunduğunu biliriz. Neyin yasak neyin serbest olduğu bu noktada yönetim şekliyle, yani siyasi rejimle doğrudan ilintilidir. Dolayısıyla demokraside öyle farzedilir ki, kanunları halkın temsilcileri, yani dolaylı olarak halk yapar. Halk, liberal demokrasinin gereği olarak temel hak ve özgürlükler çerçevesinde istediğini yasaklar, istediğini serbest bırakır. Böylece özgürce yaşar. İşte; zorbalıktan iuzak durmanın en emin yolu.

Günümüzde Batı demokrasilerinde aynı zamanda erkler ayrımı da temin edilmiştir ki politik güç tek elde toplanıp halkı mahkum etmesin. Hakikaten fevkalade çözüm, Montesquieu'nun ruhuna rahmet. Bu zamana kadar da demokrasi, diğer rejimlerden daha yaşanabilir olduğunu fiilen kanıtladı denebilir.

Demokrasi üzerine ne kadar fazla kalem oynatılmış olursa olsun, teferruata kadar herşey üzerine söz söyleyen teorisyenlerin, ancak kuşbakışı bir bakışla göze batacak bir tasarım hatasını gözden kaçırdıklarını düşünüyorum. Bilmiyorum, belki de bu hatayı gördüler de çözüm bulamayıp işi oluruna bıraktılar. Şimdi bu tasarım hatasını açıklamaya cüret edeceğim.

Modern liberal demokrasiyi tasarlayanlar, güçlerin tek noktada temerküzüne mani olmak için politik gücü temelde üç kısma ayırdılar ve bunların arasını belli ölçüde açtılar. Fakat insanların fıtratı birbirine benzer. Milletvekili ve yargıç nihayetinde birer "insan"dırlar. Dolayısıyla aslında farklı ellere dağıtıldığı düşünülen güç, yanlış ve tehlikeli bir yolla, tek bir elde, "insan"ın elinde toplanmıştır. Her üç kuvvet de insanda mütemerkizdir. Mutlak güç yozlaşacağından, bu güce sahip olan insanda, ki bu insan demokrasi rejiminin vatandaşıdır, dolayısıyla toplumda, yozlaşma başgösterir. Nihayetinde insanlar, insanların koyduğu kurallara uyacak; uymayanları yine insanlar yargılayacak ve insanlar kendi kendilerini yönetecek. Bu ameliyelerin hepsi insani kıstaslara göre yapılacak. Ancak az evvel denildiği gibi mutlak güç mutlaka yozlaşır. Günümüzde özellikler İskandinav ülkeleri bu çelişkiyle yüzyüze geliyorlar. Hollanda ve Danimarkada uyuşturucu kullanımının serbest olduğu "kanunsuz" mahalleler var. Eşcinsellik gittikçe daha fazla ülkede yasallaşıyor (Eşcinselliği normal görenlere diyeceğim yok). Bunların sonucunda toplumlar çürümeye başlıyor. Şimdilerde Batıda nerede yanlış yapıyoruz sorusunu soran sayısı artmakta.

Sonuç olarak, bu açıkladığım argümanın, Batıdaki hali hazırda bildiğimiz haliyle liberal demokrasinin özünde demokratik olmadığını rasyonel olarak gösterdiğini düşünüyorum. Fikrettim, buna kanaat getirdim. Bunun basit bir laf cambazlığı olmadığını tekrar hatırlatıyorum. Liberal demokrasiyi kötü buluyor değilim değilim. Aksine demokrasi gerçek anlamda demokrasi olsun istiyorum. Demokrasi adı altında insanı kendi kendininin tiranı yapan rejime karşıyım. Yürütme erkini insandan başkası kullanabilecek değil, kabul. Yargı da hakeza öyle. Ancak insanı mutlak kadir pozisyonundan çıkarmak için mesela yasama erki insandan alınıp başka bir varlığa verilebilir. Bu durumda güçler ayrılığı, insanın elinden geldiğince sağlanmış olur. Demokrasi, gerçek anlamda demokratikleştirilmiş olur. Yoksa günün birinde bir liberal demokraside temel insan haklarına dokunmadan öyle şeyler yasallaşabilir ki, bunun karşısında hayret etmekten başka hakkımız olmayabilir. İnsana güven olmaz diyor değilim. Liberal geleneğin insana güven ilkesini hep beğenmişimdir. Yakın geçmişte teokrasi rejimini "temelsizce" savunanlardan haberdarım. Gücün yozlaşmasından bahsediyorum. Yozlaşmayı önlemek için güç gerçek anlamda dağıtılmalı. Yoksa demokratik toplum farkına varmaksızın kendi kendini mahvedebilir.


29 Kasım 2013 Cuma

Dünyada zekilerin sayısı neden artmaz?



İki gün evvel oldukça zeki bir arkadaşımla konuşurken şu fikir aklıma geldi: Zeki insanların kariyer yaptığı ve yüksek makamlara ulaştığı, zeki olmayanlardan (kibarca söyledim) daha sık görülür. Bir toplumda üst tabakayı genelde daha zekiler işgal eder. Bu durum özellikle şimdinin Batı Avrupa ve ABD’sinde böyle. Az gelişmiş ülkelerde ahmak başbakanlar, bakanlar bulunabilse de en azından ekonomik yönden gelişmiş ülkelerde zekiler toplumun üst seviyelerindedir denilebilir. Bu bir.
 
Hepimizin bildiği gibi, bir kimsenin sosyal ve ekonomik pozisyonu yükseldikçe, en azından bu çağda çocuk sahibi olma oranı azalıyor. Kariyer sahibi insanların genelde az çocuğu olur. Halk ise bol keseden çocuk yapar. Bu iki.

Üçüncüsü, yine bildiğiniz gibi, zeka kalıtımsaldır. Zekinin çocuğunun zeki olur, ataları (eşini söylemeye gerek bile yok) da zekise.

Bu üç veriyi birleştirince elimize, dünyada daha az, zeki bebeğin doğduğu, az zeki bebeklerin ise daha çok doğduğu sonucu çıkmaz mı?

Benimkisi sadece akıl yürütme. Ama konu araştırmaya değer değil mi?

Son söz: Ey zekiler, tohumlarınızı her tarafa saçın!

8 Kasım 2013 Cuma

Halk kütüphanesinde bir kaç hadise

Ankarada sık sık takıldığım bir halk kütüphanesi var, ismi lazım değil. İç dizaynı muhteşem. Tasarımını kim yaptıysa, belli ki Avrupa havası solumuş. Daha Türkiyede bu kütüphane kadar, okuyucu için elverişli tasarlanmışını görmedim. İçinde birbirleriyle gevezelik etmekten yorulmayan, hayattan bıkmış bir sürü memur var. Türk bürokrasisi zihniyetinin bütün dışavurumlarını bu memurların hareketlerinde bulmak mümkün. Dahası, bizim memleket halkının devlet aygıtı karşısındaki duruşu da ayan beyan görünür.

Bunları, mezkur kütüphanede yaşadığım birkaç hadise üzerine söylüyorum. Saçmalığın dibine vuran haller gördüm bu mekanda. Kısa kısa anlatayım:

Bir keresinde kütüphanenin orta bölümündeki binanın kendisi kadar harika olan bahçeye çıkan bir kapı keşfettim. Bu bahçe büyük okuma salonunun birçok penceresinden görünüyor ama nedense hemen hiç kimse buraya ayak basmaya çalışmıyor. Bahçenin ve kütüphanenin planından, okumaktan sıkılanların burada hava almasının amaçlanmış olduğu anlaşılmaktaydı. Bahsettiğim çıkış kapısını hasbelkader bulunca, hemen bahçeye çıkmak istedim. Yan taraftaki görevli memur kart kart, bahçeye çıkış yasak demesin mi. Tamam dedim döndüm. Gittim müdüre, neden bu bahçenin yasak olduğunu sordum. Bana bahane kabilinden birçok lagaluga etti. Kısaca, öğrenciler kirletiyorlar, o yüzden yasakladık demek istedi. Saçmalığı anlamıştım. Hemen gidip aynı kapıdan, görevlinin ne dediğine aldırmaksızın, hızla çıktım ve kapıyı üstüme kapattım. Artık bahçedeydim, gittim bir bankın üstüne oturdum. Arkamdan kapıyı açan memur, beyefendi bahçe yasak dedi. Yüzüme ona çevirmeden tamam dedim ama yerimden hiç kımıldamadım. Memur bunun üstüne başka birşey demedi, ben ise bir kitap açıp okumaya başladım. İçerideki okuyucular beni görmüş olacak; arkamdan 2 kişi daha geldi. Muhtemel, görevli gitmişti ve bu iki kişi uyarılmadan kapıdan geçebildi. 10 dakika kadar sonra ise 3 (tahminen) üniversite öğrencisi kapıyı açtılar, tam bahçeye çıkmak üzereler iken, memurun sesi duyuldu: Bahçeye çıkış yasak. Bunu duyan öğrenciler bir memura baktılar, bir bize, yani bahçede oturanlara. Hiçbirşey demeden, şaşkınca kapıyı açık bırakarak uzaklaştılar. Biz bahçede oturup dururken, bu öğrencilerin, memura dönüp, o zaman bunlar ne iş, demelerini beklerdim ama olmadı. Ortadaki saçmalık ve çelişkiyi sorgulamadan memurun emrine uydular. Onların ayrılmalarının ardından memur, bahçeden bizim de çıkmamız için bize dönüp, bahçe yasak dedi. Benden sonra gelen iki kişi neden diyecek oldu. Memur, bize böyle söylendi bilmiyorum dedi. İkili boyunlarını büküp uzaklaştı. Ben ise oralı olmadım, okumaya devam ettim. Memur beni kabullendi. Günün geri kalan vaktini, yaklaşık 2 saat, hava kararıncaya değin orada okuyarak geçirdim. Memur bir daha beni rahatsız etmedi. Daha da kimseyi bahçeye almadı.

Akşam eve giderken metroda, memur yanıma gelse ve hadi çıkın dese, ne yapardım diye düşündüm. Zannediyorum en uygunu saçma sözler söylemek, deli gibi davranmak. Müdür beyin kendine iş çıkartmamak için vazetmiş olduğu bu kurala en iyi tepki sanırım absürdizm olur. Memur yanıma kadar gelip kapıyı işaret etseydi, ben domatesin kırmızısını severim, röngen ne zaman gelir vs gibi alakasız cümleler sarfederdim. 

Bürokrasinin yasakçılığı kökten çözüm olarak gören zihniyeti ve bunun karşısında, halkın tavrının temel olarak bu olduğunu düşünüyorum. Bunu başka durumlarda da gördüğüm için. Bürokrasi, genel anlamda devlet bir şeyi emreder. Bunun mantıksız-gerekçesiz olup olmadığına bakılmaksızın sorgulamadan halkımız itaat eder, hakkını aramaz. Maalsesef.

22 Ağustos 2013 Perşembe

Bizden neden büyük adamlar çıkmıyor?



Gecenlerde bir universitenin mezuniyet torenindeydim. Toren sonrasinda her bir kosede oylece kumelenmis ogrenci topluluklarina mensup ogrencilere gozum ilisti. Aralarinda usulca gezerken entellektuel meselelerle alakali o anda mezun olmakta olan bir topluluk baskaninin heyecanli gozlerle kendisini izleyen ogrencilere verdigi tavsiyeler kulagima ilisti. Diger bir cok seyin yaninda, "Dunyayi kurtarmiyoruz arkadaslar, abartmayalim." demesi en cok ilgimi ceken sey oldu.
Turk toplumunda ve diger dogu toplumlarinda bu yaygin bir hastalik. Neden mi bahsediyorum? Cesaretsizlik, kendini gucsuz gorme, asagilik kompleksi, idealsizlik... Daha pek cok isim koyabilirsiniz. Bu surecin nasil isledigi uzerine biraz kafa yordum hemen sonra.
Bu topraklarda insanlara daha genc yasta buyuk isler yapamayacaklari soyleniyor once. "Biz dunyayi kurtarmiyoruz arkadaslar." Oyle ya, biz birer doguluyuz, neuzubillah, ne haddimize. Onu sevketli bati yapabilir ancak. Bu ogrenci bu cumleyi kullanirken bilincaltinin derinliklerinden gelen, biz buyuk isler yapamayiz, dusuncesini dile getiriyordu aslinda. Dunyayi kurtarmak, mecazi bir tabirden ibaret burada.
Arkasindan bu cocuklar onlerinde kendilerine ornek olabilecek pek buyuk modeller de gormeyince bunu kaniksamaya basliyorlar. Bir ingiliz, 10 poundun arka yuzundeki Darwin'e bakip buyuk bir biyolog olmayi dusleyebilir. Ya da ayni ingiliz, bu sefer 20 poundun arka yuzundeki Adam Smith'e bakip kapitalizmin artik miadini doldurdugunu ve simdilerde kurulacak olmasi muhtemel yeni dunya duzenindeki yeni iktisad teorisini atanin kendisi olabilecegini dusunur ve bu yolda calisabilir. Hakeza Fransiz, Alman, Rus. Ancak bizim cocuklar icin bu yol daha once ya hic acilmamis ya da bazi yollari acan "eski ve karanlik" donemin insanlariyla baglar zaten devlet eliyle koparilmis. Karsilarindaki nadir birkac buyuk adam da genelde arafta. Saglam bir temele mebni olmayan fikrin gelecege ciddi anlamda uzanabilmesi ve onu sekillendirebilmesi guc.
Boylece hedefsiz veya kendi capinda kucuk hedeflerle buyuyen cocuklar arasindan, mesela, ben Ortadoguyu herseyiyle oylesine ogrenecegim ki Fas'tan Cin'e kadar rehbersiz rahatca dolabilecegim, diyenler cikmiyor. Bunu 19 yy. da, yanilmiyorsam, bir fransiz oryantalist adayi soylemisti. Dedigini de yapmis seneler sonra. Yine kendilerine asilanan asagilik kompleksiyle zihinleri igdis edilmis bu cocuklar arasindan, ben oyle muhkem bir teori ortaya atacagim ve o oylesine yayilacak ki, curutmek icin bir duzine adam devletten maas alacak da o etkisini hala koruyabilecek, diyenler de cikmiyor maalesef. Zannediyorum bir universite ogrencisi cikip Turkiye'de boyle birsey soylese, kendisine hayalperest, polyanaci, ustelik de kibirli bir iflah olmaz oldugu soylenerek hemen oracikta haddi bildirilir. Oyle ya, Huntington, Fukuyama gibiler boyle hesapli teorileri atarken ve bu teoriler buyuk capli stratejik projelere mesruiyet zemini saglarken bizim ne haddimize. Inisiyatif onlarin; onlar once hareket etsin, ardindan biz tepki verelim. Sahin Alpay ve daha bircogu obur yandan kalem curutedursun Huntington sacmaliyor diye. (S. Alpay'in Huntington sacmaliyor, isimli bir makalesi var.)
Tabi butun bunlarin yaninda Turkiye ve dogu toplumlarinda fikre, bilgi ve bilime verilen onem de hatirlaninca bu topraklar tadindan yenmez hale geliyor!..
Bunun yaninda unutmadan soyleyeyim. Kahvelerde aksamlara kadar tuneyip Amerika'nin Iran'a ne zaman saldiracagindan ya da her tarafimizin Yahudiler tarafindan sarilmis oldugundan dem vuranlari ben de tasvip etmiyorum. Bu amcalarin Posta gazetesini okuyup tez elden dehsetengiz senaryolar kurmasini siddetle kiniyor ve onlari kendi islerinin basina davet ediyorum. Ancak, idealleri, kendilerine izin verilen seviyeyi asmis olanlara laf edenleri, dusunmeye cagiriyorum. Bu gafillerin Hollywood'ta Rambo tarzi filmlerde Amerikalilar tarafindan kurtarilan kac adet dunya senaryosunu zevkle izledigini kestirebilmek guc. Bunlarin, hele hele Washington, NY, Pentagon gibi merkezlerde cizilen haritalardan ve yapilan pazarliklardan haberlerinin oldugunu hic sanmiyorum. Yalanlar ustune gibi bir filmdeki senaryo bu insanlar icin olanaklidir ancak onlar, Dunyayi kurtaran adam filmini izlememis olsalar bile, sirf bir Turk filmi diye ismine gulerler. Senaryosunun sacmaligina ben de guluyorum, bu ayri mesele.
Idealist insanlarin hep toplumu dogru yola surukleyecegi garanti edilemez. Hitler Paris'e girerken hayalindeki Avrupa Alman imparatorlugunu kurabilecegine inaniyordu. Enver Pasa, 90 bin askerin donmasina sebep olurken aslinda Turan pesinde kosuyordu. Ancak bilgi ve etik ilkelerin eslik ettigi, stratejik bir muhakeme yetenegi ile destekli bir idealizmin toplumu dogru yone suruklemesi kuvvetle muhtemeldir. Yoksa, 250 senedir oldugu gibi, dogu toplumlari, kendilerinden olmayan insanlar tarafindan cikar iliskileri golgesinde daha pekcok yone suruklenip duracak...